Farklılık Kutuplaşma Değil Zenginleşmedir
Yazıya başlamadan önce bir müzik önerim var. Lütfen yazıyı bu müzikle beraber okuyunuz.
“Can Çakmur – Black Earth (Fazıl Say – Kara Toprak)”
Kitap okumayı oldum olası çok sevdim. Bazen en iyi dostlarım da kitaplar oldu. Sanki geçmiş yüzyılların en iyi yazarlarıyla konuşuyor, ilgili konuları tartışıyordum. Kurduğum hayaller arasında sevdiğim yazarlarla ortak bir akşam sofrasında buluşmak da vardı. Nasıl bir akşam sofrası olduğunu RTÜK yasaklarından dolayı söyleyemiyorum ama siz tahmin edersiniz.
Şu an Fazıl Say’ın “Akılla Bir Konuşmam Oldu” isimli kitabını okuyorum. Bu kitabın 108. Sayfasında şöyle bir söz beni cezbetti ve geçmişe götürdü: “Farklılıklarla dost olmak gerekiyor, ki onlar da seninle dost kalabilsin. Ama önce kendi yaşamınla dost olman lazım”.
Yıl 2019, Kasım – Aralık ayları olması lazım.
O sıralar doktora dersleri de alıyorum, dersin adı: Bilim Felsefesi. Hani şu 600’lü ders kodlarıyla başlayan derslerden. Havalı geliyor tabii. Çünkü 600’lü ders kodlarını alabilmen için 100, 200, 300, 400’lü ders kodlarını bitirmen, 500’ü de kazanman gerekiyor. Sayısal bir farklılık basit gibi görünse de her biri bin zahmet.
Dersin hocası emekli albay ve doçent olan Fahriye Oflaz. Tam da bu dersi verebilecek bir hoca. Bu dersi, ders olsun diye anlatanlardan değil. Bilhassa bilimin felsefesine sahip, “insan” olduğunu hatırlayan ve hatırlatan bir hoca.
Aramızda kalsın ama bu yaşamdan göçüp gittiğimde “İyi ki tanımışım” ve “Sırf onunla tanışmak için bile yaşardım” diyebileceğim birkaç kişiden birisi. Bendeki yeri çok ayrı.
Ders sırasında hararetli tartışmalar devam ediyordu. Konu geniş açıdan bakarsak farklılıkların birbirini dışlamasıydı. Yakın açıdan bakarsak da hemşirelikteki farklı eğitim düzeylerinin birbirine karşı atışmasıydı. Bir nevi lise – lisans hemşirelik kavgası. Eğitimin önemli olduğunu düşünen bireyler olarak her mesleğin eğitim düzeyinin artırılmasını savunsak da ortada bir farklılık vardı. Fahriye Hoca, çoğumuzun aksine lise mezunu kişileri karşımızda ya da rakip olarak görmüyordu. Tam tersi yanında hissediyordu.
Bir cümlesi hala aklımda. “Lise mezunu meslektaşlarımız da bizimle. Sahada hep beraber çalışıyoruz. İsterseniz karşınıza alın ve 30 yıl boyunca birlik olamadan, birbirinizle atışıp kavga edin. Sonunda iki grup da yıpransın. İsterseniz de yanınıza alın, beraber eğitimlere katılın, destek olun, öğretin ve öğrenin, birlik olun. Bunun sonucunda iki grup da kazansın. Tercih sizin” demişti.
Bu tartışmadan sonra beynimde bir ışık yanmıştı. Hoca yine hocalığını yapmıştı ve bilim felsefesi açısından yeni bir bilgi değil adeta bakış açısı kazandırmıştı.
Şimdi Fazıl Say’ın kitabındaki “Farklılıklarla dost olmak gerekiyor, ki onlar da seninle dost kalabilsin. Ama önce kendi yaşamınla dost olman lazım” sözünü okuyunca o günlere gittim. Hocanın sözünü o kadar içselleştirmiş ve bakış açıma eklemişim ki hayatımdaki çoğu duruma böyle bakmaya başladım.
Kimseyi karşımda görmüyorum. Karşıma alıp hakaret etmek yerine yanıma alıp gelişmeye ve geliştirmeye çalışıyorum. Grigory Petrov da “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” isimli kitabında da böyle söylüyordu. Aydınlanmayı anlatırken “Cahil kesime karşı hakaret ederek ülkeyi geliştiremezsiniz. Tam tersi cahil kesimin aydınlanması için gerekirse gazete basacaksınız, konferanslar düzenleyeceksiniz, eğitimler yapacaksınız” diyordu.
Bu durumu bir nevi siyasi seçim taktiklerine de benzetiyorum. Bir bölgeden zaten oy kazanan siyasi partilerin, seçim kampanyalarında o bölgelere fazla gitmelerine gerek yok. Asıl oy kazanamadığı bölgelere gidip onları tanımaları ve kendilerini tanıtmaları gerekir. Zaten oy aldığın bölgede çaban ne ki? Oy alamadığın yerde çabalaman lazım.
Kendi hayatımı düşündüğüm zaman ise birçok farklı grupla temas ettim. Çok şey öğrendim, çok şey öğrettim. Marjinal ve farklı grupları dışlamanın aksine bu grupların daha çok hoşuma gittiğini fark ettim. Mesela benim hiç Yahudi bir arkadaşım olmadı. Keşke olsaydı.
Bir yerde tek bir düşünce, tek bir grup, tek bir tür olunca üzülüyorum. Tek tür zihniyetine karşıyım. Ne kadar çok farklı grup ve düşünce olursa o kadar seviniyorum. 1880'lerdeki Selanik'i düşünelim. Müslümanı, Hristiyanı, Yahudisi, Balkanı, Türkü, Yunanı ve daha pek çok milleti barındırıyordu. Farklı renklerin cümbüşü gibiydi. Bugün ise yalnızca Hristiyan Yunanlar var. Kuraklaşan toprak gibi. Selanik'in kaderi "Çalın Davulları" isimli Selanik Türkü'sünün sözlerine benziyor. Zamanında kolera gibi bulaşıcı hastalık yüzünden evlenmek üzere olan çiftten birisi ölüyor. Kalan kişi ağıt yakıyor: "Selanik Selanik viran olasın, taşını toprağını seller alsın, sen de benim gibi yarsız kalasın". Beddua tutmuş gibi. Selanik bir zamanlar gökkuşağı gibiyken bugün renksiz. Dolayısıyla farklılıklardan beslenmek lazım, korkmak değil. Farklılığı zenginlik olarak görenlerdenim.
Kitap satırlarında aklına gelen ve hikayesi olan şeyler güzeldir. Yazmak istedim. Bir süredir yoğunluk nedeniyle yazamıyordum. Şimdi zorlayıcı kısım ise başlık bulma kısmı. Bakalım nasıl bir başlık bulacağım?
Bilgi: Sizlerin bu konudaki görüşlerini de merak etmekteyim. Bir yerde kendiniz gibi düşünmeyen insanlar olunca üzülüyor musunuz yoksa seviniyor musunuz? Herkesin sizin gibi düşünmesini mi isterdiniz yoksa farklı görüşlere de açık mısınız? Yorumlarınızı iletebilirsiniz ya da enestapli@gmail.com e-posta atabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder